
AYRILIK
Her ayrılık yeni bir hasrete, her hasret yeni bir özleme, her özlem yeni bir bekleyişe gebedir. Beşeri düzlemde beklemek bazen kavuşmaktan daha sevimli gelebilir. Oysa ilahi çerçevede en sevimli olan vuslattır. Fiziki uzaklık mıdır zor olan yoksa kalbin uzaklığı mı? Sormaya cesareti olmayanlar alacağı cevabı beklemeyenlerdir. Oysa çok uzaklardan beklediğimiz ses yanı başımızda: ‘**Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki ben (onlara) pek yakınım.’ 1**
Kendisine pek yakın olanı uzaklarda aramak niye? Yakın olanı görmeyenler uzakta olanı asla göremeyeceklerdir. Görmek sadece gözle sınırlandırılacak bir eylem değildir. Asıl görme fiili kalp ile olanıdır. Hissetmek ve bilmek de görüyor olmanın üstünde bir iştir. Cibril hadisinde geçen İhsan kavramının tanımında bilmenin önemine vurgu vardır: ‘Sen onu görmesen de o seni görüyor.’ Gördüğünü bilmen senin için yeterlidir. Artık sen O’nu (c.c.) görebilmek ve istenen kriter de olabilmek için sa’y’u gayret edersin. Bundan sonrası hep bir uyanıklık ve bekleyiş halidir. Uyanık olmak dikkati, bekleyiş direnişi gerektirir. Bu durum, olma halinin sürekliliği için elzemdir. Artık onun için bu bir ribattır. Her an düşman saldırısına maruz kalabilir. Diğer yönüyle batıni düşman her an onunladır. Düşmanı tanımak sakınma bilincini geliştirir. Zaten istenen kulluğun zirvesi takvadır. Ayrılığa götürecek tali yolları dahi tıkamaktır. **‘Öyleyse hatırlat, çünkü hatırlatma, inananlara fayda verir.’ 2**
Hatırlatmak, nasihat almak, sadece bir hocanın rahlesinde diz kırmak değildir. Kendisi için en büyük ayet olan evren, insanların faydalandığı ve hizmetine verilen tabiat, hususi olarak da Kelamullah. Evet, verilen aklı yaradılış amacına uygun kullanmak öğüt almayı mümkün kılar. İşte bu durum, gördüğünü bilmenin uyanıklığıdır. Marifetullah kamil-i insan olmaya sevk eder. Son nefes ayrılıkları bir eden, uzakları yakın eden Refik-i ala olur. İşte vuslatın mesrur ettiği bahtiyar…
Ömer Yılmaz
25.08.2025

HAYRA ANAHTAR ŞERRE KİLİT OLMAK
**Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).1**
İyilik ve kötülük insanın yaratılışında var olan iki duygudur. Kişi kendi tercihleri doğrultusunda ya iyiliği seçer iyilerden olur, ya da kötülüğü seçer kötülerden olur. Bu tercihleri neticesinde ya cennete ya da cehenneme gider. Böylece hiç kimsenin gideceği yer konusunda bir mazereti olamaz.
İnsan bulunduğu yer itibari ile bu iki duygudan (iyilik ve kötülük) birisi ile karşı karşıyadır. Bu durum sadece kendisi ile sınırlı değildir. Aynı zamanda etkileşim halinde olduğu insanlarda bu iki duygunun oluşturduğu çevreden ibarettir. Kişinin sosyal çevresi onu, o da sosyal çevresini belirler. Yaratılışı gereği zıtlıklar bir arada bulunamaz. Anlık bir araya gelse de çok kısa bir zamanda tekrar ayrışırlar. Bu eşya ve nesneler için geçerli iken insan da bu durum biraz daha farklıdır. Duygular etkileşim halinde olduklarından dolayı değişkendirler. İyi olabiliriz fakat iyi kalabilmek için çevremizde bulunan iyi insan sayısını artırmak durumundayız.
Peygamber as arkadaşlarını buna teşvik etmiş hatta bazı misallerle bizler için ne denli önem arz ettiğine dikkat çekmiştir.
“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”2
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”3
Yukarıda verilen hadislerden de anlıyoruz ki sebep olmak ile yapmak aynı şeydir. Neye aracılık ediyorsak yaşadığımız ya da bizi bekleyen de odur. Peygamber’e as ilk iman eden Kur’an nesli (ashab) almış oldukları nebevi terbiyeden ötürü bu meseleyi çok önemsemişler ve hayatlarının geri kalan kısmında hayra vesile olmak için canla başla mücadele etmişlerdir. Bugün Kur’an nesli diye bir grup topluluktan bahsedebiliyorsak ‘hayra vesile olmak’ emrini ve tavsiyesini çok iyi yerine getirdikleri içindir.
Bir insan düşünün ki o kişi çok zengin, içinde bulunduğu toplulukta parmakla gösteriliyor, giyindiği kıyafetleri, süründüğü kokuları ilk defa insanlar onda görüyorlar. Eşine rastlanmayacak kadar yakışıklı, ailesi tarafından çok sevilen, çevresi tarafından değer verilen, her istediğini alan, istediği her şeyi elde edebilen birisi. Bir gün kulağına bir haber geliyor. Muhammed ismiyle bilinen kişi tarafından bir davet, bir çağrı var. İnsanlara kurtuluş vaat eden, onlara cennete gidecek yolu gösteren, onları içlerinde bulundukları zulümden, adaletsizlikten, ahlaksızlıktan, içkiden, kumardan kurtaracak bir çözüm reçetesi sunuyor. Üstelik bunları hiçbir karşılık beklemeden sırf Allah emretti diye yapıyor. Başta özelliklerini saydığımız o kişi hemen bu davete icabet ediyor. İşte o kişi Mus’ab b. Umeyr’dir.
Bu kabulleniş ona sahip olduğu bütün imkânları terk etmesine sebep olacaktı ama olsun, değil mi ki bu işin sonunda cennet vardı, öyleyse ne yaparsa yapsın değerdi. Mus’ab da öyle yaptı. Bir an olsun tereddüt etmedi. Hiçbir zaman pişman olmadı. Keşke girmeseydim bu yola, başıma gelmeyen kalmadı üstelik ailem beni servetlerinden mahrum bıraktı diye düşünmedi. Mus’ab b. Umeyr’in hikâyesi burada bitmedi. Başka insanların da bu güzellikten haberi olmalıydı. Başkalarının da cennete gidecek bu yolu bilmeye hakları vardı. Kendisi kurtuluş reçetesine kavuşmuştu artık sıra başkalarına da bu reçeteyi ulaştırmaktı. Hemen ‘âlemlere rahmet olarak gönderilen’ hocası tarafından görevlendirildi. Fakat bu görev için doğup büyüdüğü şehri, ailesini, akrabalarını terk etmesi gerekiyordu. İki tercih arasında kalmadı. Hiç düşünmeden bu görevi kabul etti.
Çünkü işin sonunda cennet vardı. Hayra vesile olmak! İnsanları cennete taşımak! İnsanın kendisi ile birlikte çevresini ya cennete ya da cehenneme taşıdığını çok iyi anlamıştı. Adı Yesrib olan bir vadiyi, Medine olma yolunda ilk tohumu atan Mus’ab b. Umeyr’dir. Onun vesilesiyle onlarca hatta yüzlerce insan İslam ile şereflenmiş, cennete giden yola girmiştir. Nihayet Uhud savaşında şehid olarak bu yolu tamamlamıştır. Şimdi kim çıkıp da Mus’ab b. Umeyr’in kaybettikleri kazandıklarından çok diyebilir?
Yıllar sonra hicretin yedinci yılında, Yahudilerin toplandığı ve yıkılmaz dedikleri Hayber kalesi önünde aynı örnekliği görüyoruz.
Ebü’l-Abbâs Sehl İbn Sa’d es-Sâidî radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Hayber Gazvesi gününde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yarın sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasip edeceği, Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah’ın ve Resûlü’nün de kendisini sevdiği bir kişiye vereceğim.”
Gazveye iştirak edenler, sancağın aralarından kime verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca, sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna koştular. Peygamber Efendimiz:
– “Ali İbni Ebû Tâlib nerede?” diye sordu. Sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! O gözlerinden rahatsız, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Ona haber verecek birini gönderiniz” buyurdular. Ali derhal getirildi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun gözlerini tükürüğüyle tedavi ederek kendisine dua etti. O kadar ki, hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Peygamber as sancağı ona verdi. Ali:
– Ya Resûlallah! Onlar da bizim gibi mü’min oluncaya kadar mı savaşacağım? dedi. Resûl-i Ekrem:
“Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var, kendilerini İslâm’a davet et, uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri kendilerine haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurdu.4 Bir kişinin hidayetine vesile olana verilen bu müjde bugün bizler içinde geçerlidir. İfadeye dikkat edin! Allah’ı ve Rasulünü seven, Allah’ın ve Rasulünün de onu sevdiği! Böyle bir övgüyü hak eden kişiye yapılan ilk tavsiye, senin elinle bir kişinin hidayet bulması kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır. Başka bir rivayette ‘dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır’ buyuruyor.
**Bu tavsiye bize ne öğretiyor?**
Sözün başında ifade ettiğimiz gibi iyilik ve kötülük her insanın fıtratında vardır. Fakat iyi olmak/kalmak için iyilerin sayısını artırmak ve bu uğurda canla başla çalışmak zorundayız. Pasif iyi, aktif kötü ile aynıdır. İslam da bencilliğe yer yoktur. İman bize, biz olmayı öğretir. Ancak bu şekilde iyi kalabiliriz. Çünkü iyi bir insan olmanın/kalmanın sonunda cennet var!
Ömer Yılmaz
25.08.2025

BOYKOT AMA NASIL?
Kadim bir duruş olan, peygamberi bir eylem ve tavır olan, yaşadığı döneme tanıklık edenlerin gündemlerini meşgul eden onurlu bir duruş. İnsanlık ömrü kadar var olan/olacak bir eylem.
İnananlar için emredilen hayatın tamamını kuşatan itikadi bir gereklilik.
Bu bize iblisin şeytanlaşma sürecini ve Âdem’in ondan büsbütün uzak durması ve en büyük düşman olarak onu bilmesi gerektiği durumu hatırlatır. Bu duruş bize yerlerin ve göklerin yegâne hâkimi olan Allah tarafından emredilmiştir. İnsanın en büyük düşmanı şeytandır.
“Ey Âdemoğlu! Şeytan’a kulluk etmeyin. O sizin açıkça düşmanınızdır” diye sizinle antlaşma yapmadım mı?1
Boykot; bir amaç uğruna bir veya daha fazla kişiyle bütün ilişkileri kesmenin onurlu bir şeklidir.
İnananlar en büyük düşmanlarına (şeytan) karşı, ondan ve ona giden bütün yollardan uzak durma adına bir eylem ortaya koyarlar. Bilinmesi ve asla unutulmaması gereken bu eylem peygamberi bir mirastır. Boykot bizleri sadece düşmana ait gıdaları tüketmemek adına sığ bir anlayışa götürmemelidir. Esasında peygamberler tarihinde boykotu en açık şekliyle görürüz.
‘Senden önce gönderdiğimiz her rasûle: “Şüphesiz ki benden başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. O hâlde yalnızca bana kulluk/ibadet edin.” diye vahyetmişizdir.’2
Bütün elçilerin görevi Allah’ın dışında insanlar üzerinde tahakküm kuran ve insanların hayatlarını nasıl yaşayacaklarına dair tasarruf hakkını ellerinde bulundurduklarını iddia ettikleri her şeyi reddetmek, kabul etmemek yani boykot etmektir.
Bir başka ayette ise şöyle ifade edilir;
İbrâhim, “öyleyse Allah’ı bırakıp da size ne fayda ne de zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de Allah’ı bırakıp taptığınız bu şeylere de yuh olsun! Siz aklınızı kullanmaz mısınız?” dedi.3
Size ve sizin dayattığınız her şeye yuh olsun diyen İbrahim as döneminin en büyük boykotunu yapmıştır. Sadece düşmanı yuhalamakla kalmamış onlardan gelen, insanları sömüren zulüm düzenini de reddederek yuhalamış ve araya büyük bir mesafe koymuştur. Bu birkaç örnekten anlaşıldığına göre boykotu ilk başlatan Allah’ın bütün insanlığa gönderdiği elçilerdir. Boykot öncelikle Allah’ın yeryüzünde, insanların karanlıklardan aydınlığa çıkması için gönderdiği vahyi yok sayan sistemleri reddetmektir.
Bunlardan bazıları şöyledir; demokrasi, laiklik, kapitalizm, emperyalizm, komünizm, faşizm…
Adı İslam olmayan her sistem kurucuları tarafından Allah’a savaş açmak amacıyla yürürlüğü konmuştur. Kendilerini bu şekilde ifade etmeseler de.
Boykotun diğer bir yönü ise tüketime yönelik ürettikleri gıda vb. ürünleri almamak suretiyle güçlerini zayıflatmak ve insanları sömürecek, insanlara zulmedecek gücü kendilerinde bulamamalarını sağlamaktır. Düşmanın gücü kendisinden değil, bizlerin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Zira onların semizleşmesine katkıda bulunanlar bu gücün oluşumuna gönüllü olarak katkıda bulunmuş demektir.
Boykotun diğer bir yönü ise medya üzerinden insanlara dayattıkları, örnek gösterdikleri hayatları konu alan dizi ve filmleri, insani değerlerin yerle bir edildiği gayri ahlaki programları kabul etmemek, tepki olarak izlememektir. Bugün yediden yetmişe birçok insanımızın ahlakını ve alışkanlıklarını, sevdiklerini ve sevmediklerini, dostlarını ve düşmanlarını, hayallerini ve arzularını dahası inancını veya küfrünü maalesef bu ekranlar besliyor! Oysa peygamber öğretisi olan boykotu bu yönüyle de uygulamak ve düşmanlarımız tarafından kurulan bu tuzağa düşmemek zorundayız.
Hülasa Allah ve Rasulünün belirlemediği her türlü yaşayış biçimini reddetmeli ve karşı gelerek boykot etmeliyiz. En büyük düşmanımız olan şeytan ve dostlarına La demeliyiz.
Hani İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: "Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım."4
Buraya kadar boykotun itikadi yönünü ele aldık.
Boykotun tek yönlü olmadığını söylemiştik. Boykot edilen şey ne ise mutlaka alternatifi üretilmelidir. Üretil(e)meyen ürünü sınırlı seviyede boykot edebilirsiniz. Sürdürebilirliğini sağlamak için boykot edilenden daha kaliteli ve daha sağlam üretim yapmak durumundasınız. İhtiyaçları sınırlama ihtimaliniz olabilir fakat ihtiyaç duyulan şeyden tamamen uzun süreli uzak durmanız ancak alternatifi ile mümkün olur. Bu nedenle boykot çok yönlü ele alınmalıdır. Evlatlarımıza üretim yapmanın zorunluluğu anlatılmalıdır.
Boykot aynı zamanda Nebevi bir eğitim metodudur.
Tarihten bir örnekle görelim.
‘Tebük Gazvesinden geri kalan üç kişi hakkında Rasulullah’ın as Medinelilere verdiği boykot emridir. Halk, Rasulullah’ın as emrine büyük bir teslimiyet gösterdi. Medine bu üç kişi için adeta bir ölüler şehri oldu. Ne bir konuşan ne de sözlerine bir cevap vardı. Ka’b ra hadiseyi şöyle anlatıyor: ‘Rasulullah as halka Tebük Gazvesinden geri kalan, aralarında benimde bulunduğum üç kişiyle konuşmayı yasakladı. Halk bizimle konuşmaz oldu, adeta yabancılaştılar. Hatta yeryüzü bile değişmişti. Tanıdığım, gördüğüm yerler değildi oralar.’ ‘Ka’b sözlerine şöyle devam ediyor: ‘Nihayet Müslümanların boykotu benim için dayanılmaz bir işkence haline geldi. Artık dayanamadım, Ebu Katade’nin bahçe duvarına tırmandım. Katade, amcamın oğluydu. En çok onu severdim. Selam verdim. Allah’a yemin ederim ki selamımı almadı. Ona, ‘Ey Ebu Katade! Allah için söyle, sen benim Allah’ı ve Rasulünü as sevdiğimi bilmez misin?’ dedim. Sustu, konuşmadı. Tekrar sordum. Yine konuşmadı. Israr edince: Allah ve Rasulü as daha iyi bilir’ diye karşılık verdi. Gözlerim yaşlarla doldu tekrar duvarı tırmanarak geri döndüm…’5
Dünya ziynetinin Tebük Gazvesinden geri bıraktığı bu güzide insanlar, kendilerine karşı yapılan bu boykot sebebiyle nefislerini kınamış, dünya bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, hatalarını anlamalarını sağlamış ve büyük bir ders olmuştur.
Birde meselenin insani yönü var ki o da insan olmanın bir ölçüsüdür.
Bir insan düşünün hiçbir tarafı tutmayan etkisiz eleman olarak her iki yönlü ortak görüşte olsun. Böyle bir tip hayattaki varlığının bir emaresi olarak neyi iddia edebilir. Böyle bir kişiye ölü ve canlı arasındaki farkı soralım nasıl cevap vereceğini düşünürsünüz? Hayatta hiçbir işe yaramamak, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyememek, haklıya haklı, haksıza haksız diyememek ve bütün bu cereyan eden meselelere seyirci kalmak! Üstelik kendisini bu zulümden müstağni görmek! Böyle bir şey mümkün mü? Ortada bir zulüm var. İki türlü tavır alabilirsin. Ya bu zulme destek olursun ya da bu zulme engel olmaya çalışırsın. Zulme sessiz kalan ile zulmü yapan arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü her iki türlü zulüm gerçekleşir. Sessiz kalmanın getirdiği yıkım zulmü yapandan daha ağır ve zordur. Canlı yaşayan bir insan olmak hareket etmekle kendisini ifade edebilir. Aksi halde ölüden ne farkı vardır!
İşte boykot yaşıyor olmanın bir iz düşümüdür. Bende varım demenin dışa yansımasıdır. Boykot bir eylemdir. Boykot tavırdır zulme ve haksızlığa. Boykot dostu ve düşmanı ayıran bir ölçüdür. Boykot insan olmanın gereğidir. Boykot sessiz çığlıklara ses vermektir, can vermektir, güç vermektir. Boykot zalimin zulmüne karşı dur diyebilmektir. Boykot mazlumun ve mağdurun sesi olabilmektir…
‘Zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır’6
Ömer Yılmaz
25.08.2025

MUMİNUN SURESİ ÜZERİNDEN KURTULUŞ REÇETESİ
İnsanın anlam arayışı, insanlık tarihi boyunca hep olagelmiştir. Kıyamete kadar da devam edecektir. İçinde yaşadığı dünyaya dair olan bu arayışı insanın çabasını gözler önüne serer. Anlam arayışı kişiyi saadete yani huzura götürecektir. Asıl aradığı kurtuluştur.
Başarılı olmak, bütün arayışlarının bir semeresini görmek, müspet manada bir çıkış yolunda olmak. İşte belkide aranan budur. Bulanların hep arayanlar olduğunu söyleyenler hangi zeminde neyi arayacaklarını da söylemeliler. Aksi halde arayış kişiyi yok oluşa götürebilir. Arayanların birçoğu hayatlarını hüsranla sonlandırırken çok azı ise hayatlarını büyük bir saadet ile sonlandırmıştır. Yerleri ve gökleri yaratan Allah cc insanı saadete ulaştıracak, gerçek kurtuluşa götürecek yolu göstermiştir. Evrensel mesajın tek kitapda toplandığı bütün insanlığı kurtuluşa götürecek olan yegâne rehber Kur'an'ı Kerimdir. Müminun süresinde, yaratan ve yöneten olarak Yüce Allah'ı kabul eden biz müminlere yönelik kurtuluşun reçetesi sunulmuştur.
Mü'minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. İfadeye dikkat edin! Sadece müminler gerçek kurtuluşa ermişlerdir. İnanan müminler için ne büyük bir saadet. İnsan çıktığı bu anlam arayışı yolculuğunda gerçekten samimi ise ilk yapması gereken kurtuluşa eren bu güzide insanların özelliklerini öğrenmek olacaktır. İşte kurtuluşa eren müminlerin özellikleri.
Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Namaz ibadetinin ruhlarda ve hayatlarda oluşturmak istediği anlam saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Günün belirli zaman dilimlerinde müminlere varlık amacını hatırlatarak yalancı baharda açma çabasının önüne geçilmiştir. Münadi en gür seda ile insanları kurtuluşa çağırır. Kimileri bu sedayı heyecanla beklerken kimileri sadece dinlemekle iktifa eder. Her gün defalarca insanları saadete, huzura, mutluluğa çağıran bu nidaya karşı kulaklarını kapatan insan aradığı mesele de gerçekten samimi midir? Günün en önemli dilimlerinde istenilen namaz ibadeti kişinin Rabbini unutmaması ve böylece emredilen kulluk çerçevesi içinde kalabilmesi istenmiştir. Her insanın arzu ettiği kendi yaratıcısı ile konuşma lütfuna mazhar olması sağlanmıştır. Genel bir çerçeve de ele alacak olursak namaz vs ibadetlerin amaçlarından birisi de kişiyi ahlaken en üst seviyeye ulaştırmasıdır. Bir başka ayette namazın amaçlarından birisi de kötülükten korumasıdır. Bu ayette kötülükten koruyan namazın derin bir saygı ile ikame edilmesine dikkat çekilmiştir.
Namaz yaratıcıya olan derin bir saygının ifadesi iken, kâfirlere karşı ise ciddi bir kıyamın duruşudur. Batıla karşı bir isyan ve başkaldırıdır. Bu beden ancak yerlerin ve göklerin biricik yaratıcısı olan, hakimi olan Allah'a karşı saygı ve tazimde durur. Allah'tan başka hiç kimsenin karşısında eğilmez. Boyun bükmez. Kulluğun gerekliliklerini bir hatırlatma eylemidir. Hayata anlam katmak, hayatı yorumlamak, varlığı okumak, insanın yaşadığı hayatta yeniden konumlanmasıdır. Namaz geleceğe dair hedef belirleme, yapacağı ve yapmayacağı işleri programlamasıdır. Bu çerçevede kılınan namaz ilk ve en önce gelen bir kurtuluş reçetesidir.
Kurtuluş için namaz tek başına yeterli değildir. Zira peşinden gelen ayette ikinci özellik olarak faydasız işlerden yüz çevirmek vardır. Namazın Allah katında makbul olmasının en önde gelen kanıtı faydasız işlerden uzak durmaktır. Allah rahmet eylesin İmam Şafii şöyle demiştir: "Kendini hak ile meşgul etmezsen batıl seni işgal eder." Meşguliyetlerimizin bizler üzerindeki etkisini ortaya koyan muhteşem bir tespit. Uğraşlarımız bizi kurtuluşa mı yoksa hüsrana mı götürüyor? Ulaşılan noktada kurtuluş mu yoksa hüsran mı olacak mutlak sona dair bir tespit yapmak zordur. Geçmişi ve geleceği ilmiyle ihata eden Yüce Allah'ın yürüdüğümüz bu hayat yolunda belirlediği işaret levhalarını takip etmekten başka bir çıkar yol yoktur. Akıllı hiçbir insan rehbersiz yolun menzile ulaştıracağım iddia edemez. Nasıl ki bir alanda ihtisas yapmak için belli bir eğitime ihtiyaç vardır. Aynen bu şekilde rehbersiz felaha ermek de imkansızdır. Anlam arayışında olan insan için en büyük yol gösterici olarak Allah yeter.
"İşte biz bu Kuran'ı insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirdik" ayeti apaçık bir rehber olarak elimizin altındadır. Karanlıklar içinde yol arayan insan için sadece aydınlıktan bahsetmek yeterli değildir. Yolda kalmak için yola çıkmak gerek. Yola çıkmak için de yolu tarif eden rehbere uymak gerek. "Meşgul edilerek işgal ediliyoruz" sözünün bu ayetten bihaber söylendiğini kim iddia edebilir? Aynı pınardan çıkan lakin farklı oluklardan akan su misali. Malayani işlerden yüz çevirmeyen beyhude işlerin peşinden giden nasıl felaha erebilir?
Peşinden gelen diğer ayetle insanı kurtuluşa götürecek bir madde daha ekleniyor. Onlar ki zekatı öderler. İslam'a göre zengin olanların fakirlere vermekle yükümlü oldukları bir miktar para. Fakirlerin, zenginlerin malları üzerinde ki hakkı. Aynı zamanda malın taharetlenmesi anlamına da gelir. Evrensel mesajın kendisinde toplandığı Kuran'ı Kerim hayatın her alanına müdahildir. O'nun görevi kişiyi selam yurduna götürmektir. Zekat rasyonel düşüncenin ötesinde bir sağlama sunar insana. Zekat verilen mal eksilmez ancak artar. Aklın havzalasının ötesinde bir artıştır. Bu artış ancak iman eden müminler için mümkündür. Kurtuluş rahata ermektir. Toplumsal rahatlığı sağlamada zekat'ın etkisi büyüktür. İnsan daha çok başkalarını mutlu ettiğinde huzur bulur. Aynı zamanda kişi kendisi için arzu ettiği saadeti başkalarıyla da paylaşır. Duyarlı olan bir insanın toplum içinde ekonomik sorunlar yaşayanları görmezden gelmesi akıl dışıdır. İslam bireyin saadetini toplumun saadetinden ayrı tutmaz.
Birkaç madde ile kurtuluşun temel dinamiklerini oluşturan bu yapı İslam'dır. İnsanlar bulunduğu yer itibari ile ya kurtuluşun mücadelesini verirler ya da kurtuluşu, saadeti, huzuru temenni edenler olarak zamanın akışını izlemekle yetinirler. Seyredenler sadece yorum yapan ve eleştirenlerdir. Oysa salih niyet taşıdıklarını her durumda ifade ederler! İnsanın büyük bir yanılgı içinde olduğu söz ve eylem birliği olmadığında ortaya çıkar. Bizler eylemlerimizi söylemlerimize şahit tutmalıyız.
Yaşadığımız coğrafya başta olmak üzere her geçen gün Kur'an'dan biraz daha uzaklaşıldığına Kur'an'ın rehberliğinin sadece medreseler de okutulup geçildiğine üzülerek şahit olmaktayız. Umutsuz değiliz. Küfrün, tuğyanın artışı umutlarımızı yeşertiyor. Sancının şiddeti yeni bir doğumu müjdeler. Her güz'ün bir baharı vardır. İstesek de istemesek de çiçekler açacaktır. Mesele çiçeğin açması için ne yaptığımız!
İşte insana şifa olacak reçetenin ilk maddeleri:
Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekatı öderler. Müminun, 1,2,3,4
Ömer Yılmaz
25.08.2025